Kuran-ı Kerimi Okuma ve Okutmanın Fazilet ve Ehemmiyeti
Tagged: Hutbe
Muhterem Mü’minler!
Hutbemiz, “Yüce kitâbımız Kur’ân-ı Kerîm’i okuma ve okutmanın fazîlet ve ehemmiyeti” hakkındadır.
Kur’ân-ı Kerîm; Allah’ın emir ve yasaklarını, dünyâ ve âhiret saâdetlerinin neye bağlı bulunduğunu, Cenâb-ı Hakk’a karşı vazîfelerimizin neler olduğunu ve nasıl yapılacağını izah etmek üzere vahiy yolu ile Peygamberimiz Efendimiz(sav)’e ve O’nun şahsında bütün Ümmet-i Muhammed’e Yüce Rabbimiz tarafından gönderilen Yüce Kitabımızdır. Ve hükmü kıyâmete kadar devam edecektir. Bu itibarla, “ben mü’minim, ben Hz. Allah(cc)’ın kulu ve O’nun Resûlü’nün ümmetiyim.” Diyen herkes, Kur’ân-ı Kerîm’e alâka duymak, onu öğrenmek ve imkânı nisbetinde öğretmek mecbûriyetindedir. Çünkü Kur’an-ı Kerîm’e alâka duymayan ve O’nu okuyamayan kimsenin, O kitâbın içersindekilerden haberdar olması, hükümlerini öğrenmesi çok zordur. Allâh(cc)’ın emir ve yasaklarını bilmeyen kimse O’na karşı kulluk vazîfelerini yerine getirmekte çok zorlanacaktır. Namaz İslam’ın şartlarındandır. Kur’an-ı Kerîm okumak da namazın farzlarındandır. Kur’ân-ı Kerîmi okumayı bilmeyen, beş vakit namazı kılamaz ve diğer islâmî vazîfelerini kâmil manâda yapamaz.
Namaz sahih olacak şekilde tecvid ve ta’lim üzere Kur’an okumayı öğrenmek, genç ve ihtiyar, erkek ve kadın her müslüman için ihmali asla caiz olmayan mühim bir vazîfedir. Peygamber(sav) Efendimiz, eshâbına önce îman esaslarını telkîn eder, daha sonra da Kur’ân-ı Kerîm okumayı ta’lim ederlerdi. Hatta Müslümanların adedi arttıkça, müslümanların olduğu beldelere süratle Kur’an muallimleri gönderirlerdi. Yine O Yüce Peygamberimizin hakîki varisleri, büyük Allah dostları da Kur’an-ı Kerîmi okuma ve Ümmet-i Muhammedin evlâdına okutmak için hayatları boyunca durmadan gayret sarfetmişler, gerektiğinde mallarını, canlarını ve sahib oldukları dünya nimetlerini bu uğurda fedâ etmişlerdir. Cenâb-ı Hakk hutbemin başında okuduğum âyet-i kerîmesinde: “(Habîbim!), Sana vahyedilen Kitâbı oku. Namazı da dosdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz, edebsizlikten, akıl ve Şerîate uymayan her şeyden alıkoyar. Allâh’ı zikretmek elbette en büyük (ibâdet) tir. Allah ne yaparsanız bilir.” buyurmaktadır. Bu âyet-i kerîmeden de anlaşılacağı üzre, Dinin direği olan namaz mükellefiyetini zamanında ve eksiksiz olarak yerine getirmek, akla ve hikmete münâsib olmayan davranışlardan kurtulmak için Kur’ân-ı Kerîmi okuyup öğrenmek gerekmektedir.
Muhterem Mü’minler!
Bu yüce kitabımızı okuyamamak, bir mü’min için utanılması icab eden eksikliklerin en önde gelenidir. Zîra müslüman olan ve mü’minlerin yaşadığı bir cemiyette hayat süren bir kimsenin Allah(cc)’ın Kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîmi okuyamaması acı olduğu kadar İslâmî bir ayıptır. Bu kusur için hiçbir mazeret geçerli değildir. Eğer bir mü’min böyle bir durumda ise, bu noksanlığın ortadan kalkmasının tek yolu “öğrenmenin yaşı olmaz” ve “Allah(cc)’ın izni ile azmin elinden bir şey kurtulmaz” düsturuyla, hangi yaşta ve cinste olursa olsun, bu hususta ehil olan kimselere müracaat etmek sûretiyle bir an evvel öğrenmeye gayret etmek ve O Yüce Kelâmın nûrundan feyzinden istifâde etmektir. Zaman zaman müşâhede etmişizdir ki, çok yaşlı olmalarına rağmen kendilerindeki eksikliğin farkına varıp, o yaşlı halleriyle gayret edip Kur’ân-ı Kerîmi öğrenen kimselerin mevcûdiyeti bir hakîkattir. Bu kimseler her ne kadar küçük yaşta öğrenip bu hususta mahir olanlar kadar okuyamasalar da, bu gayretleri sebebiyle mükâfat-ı ilâhiden nasiblerini alırlar. Bir Hadîs-i Şeriflerinde Peygamber Efendimiz(sav): “Kur’an okumaya mahir olan, şerefli ve itaatkâr sefir(-i sübhânî olan melek) ler ile beraberdir. Kur’ân’ı kendine güçlük verdiği halde(yani okumakta zorlandığı halde), heceleyerek okuyan kimse için iki (türlü) sevab vardır.” buyurmaktadırlar. Bu hadîs-i Şerifte belirtilen iki türlü sevâbın bir kısmı çekilen zahmetlere karşılık olarak verilmekte; diğeri, okunan âyet ve harf sayısına göre ihsan olunmaktadır. Çünkü “Kim Allah(cc)’ın kitabından bir harf okursa buna mukâbil kendisi için bir hasene vardır. Bir hasene, on misli (sevâba denk) tir.” buyurulmaktadır.
Muhterem Mü’minler!
Şuurlu ve aklı başında her mü’mine düşen vazîfe, yukarıda îzah etmeye çalıştığımız hususlara evvelâ kendisi azamî derecede riâyet etmesi, daha sonrada kendisine emanet olan çoluk cocuğunu, komşusunu, arkadaşlarını ve ulaşabildiği, herkesi bu hususlara teşvik etmesidir. Bilhâssa şu yaz günlerinde, alâkalı yerlere müracaat ederek çocuklarımızın Kur’ân-ı Kerîmi ve bir müslüman çocuğunun zarûri olarak bilmesi farz olan İlmihal bilgilerini öğrenmelerini teşvik etmek, temin etmek, böylece çocuklarımızın vakitlerinin tamamını sokakta boş ve faydasız şeylerle geçirmek yerine, güzel ve faydalı şeylerle değerlendirmelerini temîn etmek, dînini, kitabını, mukaddesâtını öğrenmelerine vesîle olmak, bu sûretle de o yavrularımızın dünya ve âhiret saâdetine nâil olmalarına, güzel huzurlu bir ömür sürmelerine yardımcı olmak her mü’minin vazîfesidir. Eğer müslümanlar olarak bizler hakkıyle bu hususlarda vazîfelerimizi yerine getiremeyecek olursak, bu boşluğu başkaları başka faaliyetler ile doldurur ki, müslüman bir cemiyet için bu maddî ve manevî bakımdan büyük bir vebal ve büyük bir felâket olur.